Mert Çakır'ın Evden Uzak Evler Sergisi 11 Ocak'ta!
Foto muhabiri ve belgesel fotoğrafçı Mert Çakır oldukça üretken bir insan. Çoğumuzun ekranlarda gördüğü olayların ortasında fotoğraflar çekiyor. Hatta arşiv niyetine Gurbet adlı bir kitabı dahi var. Çakır'ın çektiği kareler, bizleri vicdanımızla, ikiyüzlülüğümüzle, görmeyi reddettiklerimizle, görüp unuttuklarımızla ve hafızasızlığımızla yüzleştiriyor.
Çakır'ın ilk kişisel sergisi "Evden Uzak Evler", Ortadoğu'da evlerinden edilen insanların fotoğraflarıyla karşılaştıracak bizleri. K2 Rezidans'ta 11-16 Ocak tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergi ile ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen tıklayın. Kendisiyle ilk kişisel sergisini, serbest çalışma nedenlerini, gördükleriyle baş etme yöntemlerini ve daha pek çok konuyu konuştuk. Umarım bu sergiyi kaçırmazsınız. Ayrıca kendisini Instagram hesabından takip edebilirsiniz.
Fotoğrafta Mert Çakır, kafasında baret, gözünde güneş gözlüğü ile hafifçe gülümseyerek poz vermekte.
Neden bir kurumda değil de serbest olarak çalışmayı tercih ettin?
Farklı disiplinlerde çalışmayı seviyorum hayatımın tamamını foto muhabirliğine endekslemek istemiyorum. Ben foto muhabirden çok belgesel fotoğrafçıyım. Foto muhabirliği birçok şeyi kapsıyor ve foto muhabirliğinde bakış açınızın da gittikçe sabitlendiğini düşünüyorum. İşlerimin genel çerçevesindeki dengeyi sağlamak için serbest olarak çalışıyorum.
Siyah beyaz fotoğrafta göğe doğru dumanlar çıkıyor. Fotoğrafta 8 mülteci var. Yaşlı bir adamın omzunda ağlayan kız dikkat çekiyor.
Bu durumda can güvenliğini kendin sağlıyorsun. Nasıl yapıyorsun bunu?
Bir şehre, bir ülkeye gittiğin zaman “Burada kimi bulabilirim?” sorusuyla hareket ediyorsun, bu yüzden bağlantılarının güçlü, insan ilişkilerinin çok iyi olması gerekiyor. Fotoğrafın yarısını çene çekiyor aslında. İletişimi sağlayamazsan fotoğraf çekemezsin. Çekersen de seyahat ya da anı fotoğrafı tadında fotoğraflar çekebilirsin.
Sivil toplum kuruluşlarıyla iletişim halindeyim. Freelance çalışmak aynı zamanda arkanda seni koruyan bir yapının olmaması anlamına da geliyor. İzmir’de Türkiye İnsan Hakları Vakfı var. Oradakiler hem çok sevdiğim insanlar hem de bana güvenlik gibi konularda çok yardımcı oluyorlar. Bir yere gitmeden önce onlara danışıp tanıdıkların iletişim bilgilerini alıyorum. Kendi çevremden, yabancı gazeteci arkadaşlarımdan da destek alıyorum.
23 Nisan 2016 yılında Şırnak'ta çekilen bu fotoğrafta yıkık dökük bir binanın önünde iki erkek çocuğu poz vermiş.
Bizim uzaktan şahit olduğumuz korkunç savaşların yanı başında fotoğraflar çekiyorsun. Gördüklerinle nasıl baş ediyorsun, terapi almak dışında?
Soma’da çalışırken bir gün içinde yüzlerce ceset gördüm. Oradan Diyarbakır’a geçtim, Lice’de Kalekol yapımına karşı çok ciddi protestolar ve çatışmalar çıkmıştı, onu çekmeye gittim. Evine geldiğin zaman zihnin kapağı açılıyor ve her şey serbest kalıyor. Travma sonrası stres bozukluğu denilen durum yaşanıyor. Zihin zaten sizi engelliyor travma yaşanırken. Huzurlu bir ortamdayken ise görülen, tanık olunan her şey birden ortaya çıkıyor. Hayatıma gerçekten önem veriyorum.
Doğayı ve hayvanları çok seviyorum, yürüyüşe çıkıyorum, eskiden kamp yapardım. Aktif bir biçimde dağcılık yapardım ancak dizim sakatlandığından beri yapamıyorum. Bunları anımsatacak yürüyüşlere çıkıyorum. Muğlalıyım, bazen oraya gidiyorum. İnsan çareyi yine geçmişinde buluyor, yaşanmış en güzel günlerinde…
National Geograpich'te yayınlanan fotoğrafta Hıdrellez kutlaması yer alıyor. Kadınların ve küçük kız çocuklarının olduğu fotoğrafta pespembe ve rengarenk giyinmiş iki kız çocuğu dikkat çekiyor.
Her yoldan dönüşte farklı bir insan olduğumuzu söylüyorsun. Sen en çok hangi yoldan dönerken değiştin? Var mı bir kırılma noktan?
Tüm yollar… Her gidişimde ve dönüşümde değişiyorum. Çok eskiden beri foto muhabirlik yapıyorum ama genelde Türkiye’deki çatışmalara giderdim. 2000-2001 yıllarında ölüm oruçları vardı mesela. İşçileri, polisin müdahale ettiği öğrencileri, NATO eylemlerini çekiyordum. Gazi Mahallesi, Okmeydanı gibi yerlerdeydim.
Bir anda kendimi Suriye gibi yerlerde buldum. Ben daha az savaş gördüm, sadece üç tane. Çalıştığım yabancı muhabirler yeryüzünde ne kadar olay varsa hepsini çekmişti.
Le Monde'de yayınlanan fotoğraf Şırnak'taki savaştan. Bir evin delik deşik olmuş duvarlarının penceresinden, yıkık dökük yapılar görünüyor.
Yaptıklarının ardında çok güzel nedenler var. Peki bu işi yapmanın nedenlerinden biri de adrenalin mi?
Evet, adrenalin var ama ekstrem sporlarda hissedilen adrenalin gibi bir duygudan bahsetmiyorum. İnsanoğlunun ayağa kalktıktan sonraki ilk adrenalin hissinden bahsediyorum. Keşfetme duygusundan bahsediyorum. İnsan ayaklarının üzerinde durduktan sonra ilk merak ettiği şey diğer odadır ya da odanın öteki ucudur. Bu merak hep artıyor zaten. Bendeki de benzer bir durum. Ancak adrenalini yüksek olaylar yaşadığında tekrar yaşamak istiyorsun, bundan eminim.
BistandsAktuelt'te yayınlanan fotoğraf Suriyeli mültecilerin fotoğrafı. Kadın, erkek ve çocuklardan oluşan insanlar yola düşmüşler. Küçük bir çocuğu sırtında taşıyan bir başka çocuk fotoğrafın en dikkat çeken öznelerinden.
Ölüme yakın olmak, ölümle bu kadar içli dışlı olmak… Korkmuyor musun ölmekten?
Tabii ki korkuyorum, korkmazsam zaten bir sorun var demektir. Ama hedeflerim var, motivasyonum var. Bu sayede başa çıkabiliyorum bu korkuyla. İnsanları kurtarmak, dünyayı değiştirmek gibi hedeflerim yok. Ben sadece çağımın tanıklığını yapmaya çalışıyorum.
The Washington Post'ta yayınlanan fotoğraf, İzmir'deki terör saldırısından. Üzgün ve korkmuş bir kadın elleriyle yüzünü tutuyor. Arkasındaki insanlar ise sabit bir biçimde duruyorlar.
Dünyayı değiştirmek gibi hedeflerin yok ama çekilen fotoğraflar sayesinde insanların yardım almasını sağlayabiliyorsun. Sınırda açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun yardım almasını ve hayata tutunmasını sağladınız, siz fotoğrafçılar. Bu olduğunda ne hissettin?
Şaşırdım, sonra iyi hissettim. Sınır kapısında günlerce aç susuz biçimde bekleyen mültecileri de kurtarabiliyor bazen çekilen fotoğraflar. Bazen bir kişiyi değil bin kişi kurtarıyor. Ama bazen de tam tersi oluyor. Yanlış bir bilgiyle çekilen bir fotoğraf, bir insanı yerin dibine sokabiliyor; suçsuz bir adamı suçlu gibi gösterebiliyor. Benim için bu konuda kırılma noktası 1996 yılındaki 1 Mayıs kutlamalarında olmuştu. Televizyondan canlı yayında Kadıköy’deki 1 Mayıs’ı izliyorduk, ortalık kıyamet gibiydi. Bir gösterici yerden bir sopa alıp kaçmıştı. Bu gösterici yerden sopayı alırken sopa çiçeklere denk gelmiş. Ertesi gün gazetede eylemcilerin çiçekleri bile sopayla vurdukları yazılmıştı. Hırsını kontrol edemezsen bu işte ölürsün zaten.
Evden Uzak Evler sergisinin afişi bu. Bezden bir çadırın içindeki kadını görüyoruz. Afiş üzerinde serginin adı, proje ekibinden Emre Saygılı ve Safiye Aksu'nun isimleri, adres ve tarih bilgileri bulunmakta.
"Evden Uzak Evler" adlı sergi, göçmenlere yönelik toplumsal algının çözülmesi için pozitif bir katkı sağlamayı amaçlıyor. Fotoğrafların değişime katkısından bahsedebilir misin?
Hafızası olmayan toplumlarda fotoğraf bir şeyleri değiştiremez, yaşadığımız ülke de böyle bir ülke. Fotoğrafın etkisi tartışılamaz ama çok az şeyi değiştirebilir fotoğraflar. İlk önce bizim bir hafıza oluşturmamız, hafızamızı güçlendirmemiz gerekiyor. Bunu zaten bellek oluşturmak için yapıyorum. Oluşturunca ne olacak bilmiyorum ama içgüdüsel bir şey sanırım.
Fotoğrafta Mert Çakır, bir tankın üzerinde tankın fotoğrafını çekiyor.
İnsanlar ne görecekler "Evden Uzak Evler"de?
Sergide karşılaştırma yapılan fotoğraflar var. Örneğin; savaşta terk edilmiş bir ev ve yeni yaşamındaki bir ev. Temsili fotoğraflar bunlar. Bir çocuğun olması gereken yeri; mesela bir kreşteki halini ve savaştaki halini gösteriyorum.
Senin için ev kavramı nasıl bir kavram? Kaygan bir zeminde yaşıyorsun, kafandaki ev tanımını merak ediyorum.
Ev, benim için çok önemli bir kavram. İnsanın sığınağıdır ev ama bu insanları düşünsene! İnsanların evlerini ellerinden alıyorlar. Kaplumbağanın kabuğunu almak gibi bir şey insanın elinden de evinin alınması. Korkunç bir durum. İnsanlar bugün “Suriyeliler of!” diyebiliyorlar. Aylan bebeği görünce üzülüyorlar, ardından mendil satan bir çocuğu dövebiliyorlar, bu büyük bir ikiyüzlülük.
Olması gereken yerlere nasıl karar verdin?
Yine ev kavramıyla ilgili. İnsanın huzurlu olması gerektiği yer evidir düşüncesinden çıkıyor. Bunlar senin benim gibi yaşayan, normal hayatlara sahip insanlardı. Ama şu an bu insanların evleri ellerinden alındı. Bu savaşın en büyük sorumluları ise başka ülkeler. Bizim gibi normal insanların mülteciler, göçmenler için yapabileceği ne var?
Saygı duysunlar, dışlamasınlar yeter.
İzmir’in mültecilere karşı tutumunu nasıl buluyorsun?
Evsiz bir aileye iyi anlamda neler yapıldığını biliyorum. Çok iyi kolektifler var İzmir’de ama esnafın hoş olmayan tutumlarını görüyorum. Türkiye geneline göre İzmir’in daha iyi durumda olduğunu düşünüyorum bu konuda. Başka yerlerde sınırda çocukların satıldığını da gördük. Arkada çocuğun şehrinin dumanı tüterken, o çocuk bir başka insana satılıyor.
Fotoğrafların tümü Mert Çakır'a aittir.