Monitor - Bağışla beni, daha yüksek sesle konuşamam
Bağışla beni, daha yüksek sesle konuşamam
İzmir merkezli kâr amacı gütmeyen güncel sanat platformu Monitor, yeni sezonun açılışını yapacağı ikinci sergisinde, İstanbul merkezli video sanatçısı Ali Kazma ve Slovenyalı sanatçı ikilisi Plateauresidue’yu ağırlıyor. Eski Austro-Turk Tütün Deposu’nda 15 Eylül’de açılacak sergi, 30 Eylül 2018 tarihine dek izlenebilir.
Hayatta kalma içgüdüsünün, Dünya’yı değiştirme ve ardından ona sahip olma arzusuna dönüştüğü insan, kendini ve temas ettiği her şeyi, yavaşlamadığı kadar çabuk kaybetme riskiyle karşı karşıya. Politik, ekonomik, sosyal ayrım gözetmeden dünya nüfusunun hızla azalmasına neden olabilecek gelişmeler yanı başımızda, aracımızın kontağını bir kez daha çevirmemizi bekliyor.
“İnsanların, gelişimin bir bedeli olduğunu bilmeden gezegenin mutlak hükümdarı olduğu insan kökenli çağ başlıyordu. Dünya engin ve tükenmez görünüyordu, ancak, farkında olmasak da doğal denge zaten bozulmuştu”*∗
Bugün 84 yaşında olan Fransız buzul bilimci Claude Lorius, iklimin nasıl evrimleştiğini tanımlamak için en eski buz ve bu buzun oluştuğu iklim sıcaklığını bulmaya karar verdiğinde 20’li yaşlarının sonundaydı. Lorius, macerayla başlayan yolculuğunda, insanın iklim değişikliğindeki rolünü ispatlayıp öngörülerinin Dünya’nın farklı bölgelerinde gerçekleşen yangınlar, şiddetli fırtına, seller, heyelan ve sıcak hava dalgalarıyla doğru çıkmasına tanık olmaya devam ediyor.
Çalışmalarının temelini, insanlığın tamahkâr ve ihmalkâr davranışları sonucu dengesi bozulan doğaya yönelik pasifliğe karşı mücadelenin oluşturduğu sanatçı ikilisi Plateauresidue’nun, Alma Mater isimli video çalışması, Slovenya’da varlığını sürdüren birkaç buz mağarasından birinde geçiyor. Çalışmanın odak noktasını, küresel ısınma sonucu hızla erimekte olan buz katmanı oluşturuyor. Ağaç dallarının arasından sızıp gelen Güneş’in aydınlattığı bu yerin önceden nasıl olabileceğini, hala ormanların varlığını gözleriyle görebilmiş nesil olarak zihnimizde tamamlayabiliyoruz. Yıkılmış ve göz ardı edilmiş doğaya, henüz unutulmadığını hatırlatmak için orada bulunan bir karakterle karşılaşıyoruz. Bu karakter, fantastik kahramanların favori rengi olan kırmızı tulumunu giyip ağır ağır buz mağarasına doğru yol alıyor. Sırtında taşıdığı, köpükten, el yapımı bir soğutucuyla, mağaradan kalabilecek son parçayı muhafaza edebilme naifliğiyle, yıkımın ve tekrar doğumun bir arada yaşadığı ormanda ilerleyerek. Toprak zeminde yer yer görünen buz parçaları, geçmişteki ormanların şu an yerleşim yeri olup, kalan birkaç ağacı görünce orada ağaç olmasına şaşırdığımız anları hatırlatıyor. Mağaranın girişinde, kayaların üzerinde ince bir tabaka halinde görünen buz katmanı, ilerledikçe üzerimizde ihtişamlı olduğu kadar buruk bir his bırakıyor. Sarkıtların ucundan saniyede birkaç defa damlayan sular, dönüşümün hızı hakkında düşünmemize olanak sağlıyor. Hemen orada düşen bir sarkıttan yapılan buzdan mercek, ardından baktığımız oluyor ve yok olanın penceresinden yok oluşu izliyoruz.
Merceğin eriyiş hızının sürüklediği kaygı, bundan sonra hep yanı başımızda kalacakmış hissi veriyor. Soğutucunun kapağının altından, kurtarılan son buz parçası için küçük bir dünya aralanıyor.
Atina’nın Mati kasabasında çıkan yangında Angelopoulos’un yok olan arşivi gibi, yeryüzünün hikayesinin gizli olduğu buzulların erimesiyle geçmiş silinirken, gelecek için umutlu olmak imkansız hale geliyor. Döngüsel varoluşa darbe vuran hatalarımızın bedelini ödediğimiz bu sonbahar ardından gelecek kış, bize neyi getirecek?
Ali Kazma’nın 2013 yılında, ilk kez Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi'nin Türkiye Pavyonu'nda gösterilen video serisi Rezistans’a 2015’te eklediği çalışması Kasa’da, olası bir nükleer saldırı, deprem ve küresel ısınma sonucu suların yükselmesi durumunda, bitki genetik çeşitliliğini bir sonraki nesle aktarmak üzere tüm felaketlere dirençli şekilde tasarlanan bir depoyu izliyoruz. Adaların varoluşundaki yalnızlık, onları korunaklı bir yer haline getirebilir mi? Büyük kara parçası hastalıklı hale geldiğinde, uzak tutulması değil, bu kez korunması gerekenler, bir adada tecritte tutulabilir mi? İnsan eliyle yapılabilecek kıyımdan, insanın hayatta kalabilmesi için gerekli olanı korumak için artık yeterince emareye sahip miyiz?
Bu seferki korunak, Alma Mater’dakinden oldukça büyük. Norveç ve Kuzey Kutbu arasındaki Svalbard Adası’nda buzullar henüz tamamen kaybolmamış, Güneş hala tepede ve kar yağıyor. Başta duyduğumuz kuş veya başka bir kutup canlısının sesine rüzgârın uğultusu eşlik ediyor. Keskin sakinliğin ardından mekânın içindeyiz, en son ne zaman orada olduklarını bilemesek de insan aktivitesine ait izler mekânda duruyor. Sessizlik mekanik sesle bozulurken, uzun ve soğuk koridorların ardından deponun bulunduğu yere ulaşıyoruz. Bu, yaşam belirtisinin neredeyse olmadığı görüntü, içinde tüm dünyayı renklendirebilecek milyonlarca tohum barındırıyor. Birbirinin aynı kutularda sınıflandırılmış dünyanın farklı bölgelerinden gelen tohumlar, belki birgün tekrar toprağa dönmek üzere nadasın sona ermesini bekliyor. Kaybetmek üzere olma, koruma içgüdüsünü uyaran faktörler arasında en önemli güç olabilir mi?
Goethe-Institut, Hollanda Büyükelçiliği, İstanbul İsveç Başkonsolosluğu ve Fransız Kültür Merkezi’nin öncülüğünde başlatılıp, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve Anadolu Kültür’ün işbirliğiyle gerçekleştirilen “Kültür için Alan” tarafından desteklenen Monitor’ün, “Bağışla beni, daha yüksek sesle konuşamam” isimli sergisi, 30 Eylül 2018 Pazar gününe dek Eski Austro-Turk Tütün Deposu’nda ziyaret edilebilir.
∗ Jacquet Luc (Yön.), Buz ve Gökyüzü (La Glace et le Ciel), ESKWAD, Wild-Touch, Pathé, Kering, CNRS Images, Fransa, 2015