Yasemin Şimşek Tüzün: Kalpten kalbe giden en hızlı, canlı, kalıcı yöntem sanat
Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu 2013 senesinde kurulan, sanat değeri olan oyunlar yapma peşinde olan, gücü, baskıyı eleştiren, kadının yanında yer alan, ezen ezilen ilişkisini anlatan, savaş karşıtı oyunlar yapan bir tiyatro topluluğu. Bu sene galasını yaptığı Atlı Karınca Hikayeleri adlı eserde ise toplumun çeşitli katmanlarından çeşitli kadın karakterler yer alıyor ve oyun 1897 Viyanası’nda geçiyor. Oyunun yazarı Arthur Schnitzler önemli bir Freudyen yazar. 1890’larda Avrupa’daki yozlaşmayı anlatan eser aradan geçen zamana karşı hala güncel olan kadın erkek ilişkilerine hem kadın hem de erkek gözünden bakıyor.
Yasemin Şimşek Tüzün ile oyunu uyarlarken yapılan dramaturjik değişiklikleri, kadının yaşadığı baskıları, baskılarla mücadele etmede sanatın bir araç olarak nerede durduğunu, kendini yakın hissettiği karakterleri ve daha fazlasını konuştuk. Keyifli okumalar.
Oyunda toplumun en alt tabakasından en üst tabakasına kadar pek çok kadın karakteri oynuyorsunuz. Role hazırlanma sürecinde en çok zorlandığınız karakter hangisi oldu?
Oyun içinde beş ayrı kadını oyunuyorum. Yönetmenim bu kadınların hepsini her kadının içinde olan kadın olma hallerimiz şeklinde yorumladı. Dolayısıyla karakterler tek bir kadının içinden çıkıyordu. Zihinsel olarak değil içsel olarak delirmiş bir kadının içinden çıkıyorlar. Çalışma esnasında da çemberi açan ve kapatan, başlangıcı ve finali yapan bu delirmiş kadın karakterdi. En çok bu bölümde zorlandım karakterleri yaratırken. O kadını çok doğru bulmam gerekiyordu. Açılışı yaparken hepsini bir an yansılamam gerekiyordu. Onu hallettiğimde tüm kadın karakterlerin zaten geleceğini biliyordum. En meşakatli kısım ilk kadındı. Daha sonra tüm kadın karakterler sırayla olması gerektiği gibi geldi.
Oyun içerisinde kendinize yakın hissettiğiniz bir kadın karakter var mıydı?
Oyun içinde beş farklı kadına yaklaşırken yönetmenim de bana hangi kadınların bana yakın olduğunu, hangilerine karşı eleştire sahip olduğumu sordu. Empati duyduğum karakter olup olmadığını sordu. Bu noktadan da kadınlara yaklaşmamı söyledi. Oyunu çalışırken hep küçük bir kız çocuğu olduğumu düşündüm. Bir Barbie evim olduğunu hayal edip, kendimi bir Barbie bebek gibi, Yılmaz Tüzün’ün canlandırdığı sözsüz oyunculuk sergilediği erkek karakteri de Ken olarak düşündüm. Başrolü Barbie oynadığı zaman kız çocukları Barbie’yi kendileri giydirirler, saçlarını süslerler. Yarım yamalak bir ceket, belki bir şapka Ken’in varlığı için yeterlidir. Bu açıdan yaklaştım oyuna. Yakınlık duyduğum ve uzak açı kazandığım karakterler oldu elbette. Oyunumu oynarken de o açılara koyarak yorumlamamı istedi yönetmenim. En çok yakınlık duyduğum, empati kurduğum karakter hizmetçi kız ve hayat kadını. En çok eleştirdiğim karakter ise tatlı kız. En çok kalbimi acıtan karakter aktris. Genç kadın aslında tam ortada duruyor.
İlk bakışta erkeklerin kadınları görme biçimlerini eleştirdiğimiz bir oyun gibi okunuyor fakat derinlemesine baktığımızda bu oyun biz kadınları da oldukça yoğun olarak eleştiriyor. Nelerin peşinden gittiğimizi, neler için bedenimizi kullandığımızı da eleştiren bir oyun. Oyundaki tüm karakterler artıları ve eksileri olan karakterler ancak hiçbiri aslında bir erkek tarafından mağdur edilmiş bir karakter değil. Kadınların izin verdiğini görüyoruz oyun boyunca. Oyun içinde on ayrı buluşmada yaşanan karşılaşmalarda kimisi zengin bir adam bulmak istiyor tatlı kız gibi, kimisi hizmetçi karakter gibi belki evin sahibiyle birlikte olursa rahata kavuşabileceğini düşünüyor ancak bir askerle birlikte olsa da rahat edecek. Hayat kadını olan kız kendi yaşamından kurtulmak için askerin onu sevmesini istiyor. Dolayısıyla hayat kadını olan karakter bana çok temiz geliyor, bir yandan askerin onu sevmesini bekliyor. Sevilmediğinde kontu evden kovarken görüyoruz finalde, para için kendisini ona vermiyor. Bu çok doğru bir davranış biçimi bence. Her bir kadın karakterin erkeğe yaklaşım biçimi kendi varlığını erkek karşısında nereye koyduğu ile ilgili bir oyun bu.
Erkek karakteri maskeli olarak seyrediyoruz oyun boyunca. Bunun temsil ettiği durumlardan bahsedebilir misiniz?
Bu hikayenin merkezinde kadın var. Kadın erkek ilişkisinde aşka, cinselliğe, sevgiye kadın tarafından bakılmış hikayeye. Bu yüzden erkeğin yüzü hiç önemli değildi. Erkeğin yüzünün ne olduğu, mimiğinin ne olduğunun önemi yoktu. Kadının bir erkeği alıp kendine ne yaptırdığının önemi vardı. Erkek karakterin suratı bu yüzden maskeyle kapatılmıştı. Erkek oyuncu hiç konuşmuyor, hiçbir jest yapmıyor. Tüm bunlar kadına teslim edilmiş. Kadın her şeyi erkeğe yaptırdı. Bazen rahatlamak, boşalmak, tüm o kalbindeki acıyı tüketmek için erkeği kullandı bazen bir erkek tarafından kullanıldığını göstermek için… Erkeklerin ellerinin bizim bedenimiz üzerinde gezerken neden ne amaçla nasıl gezdirdiklerini göstermek amacıyla bir şeyler yaptı kadın. Her bir sahnede kontun, askerin, genç adamın vs. suratlarının hiçbir önemi yok. Baktığımız zaman biz kadınlar belirliyoruz birçok şeyi. Kadın bazen ne görmek istediğini ne yaşamak istediğini gösterdi. Kadın bazen iç ve dış sesiyle çatıştı. Kadın bazen erkeğin davranışlarıyla sözlerinin hiç uymadığını göstermek için kullandı erkeğin bedenini. Kadın bazen sadece sevilmek istediğini göstermek için kullandı erkeğin bedenini. Bu yönlendirmelerin hepsi kadın merkezli anlatım seçiminden dolayı yer aldı.
Oyunun günümüze uyarlanışında ne gibi değişiklikler oldu?
Oyun 1897 senesinde geçiyor. Oyunun yazarı Arthur Schnitzler önemli bir Freudyen yazar. Freud ile de yakın arkadaşlıklarının olduğu biliniyor. 1897’lerde Avrupa’daki yozlaşmayı anlatmak için böyle bir oyunu seçmiş. Oyunu oynarken beş ayrı kadın, beş ayrı erkek oynayabiliyor. Yahut bir erkek ve bir kadın tüm karakterleri yansılayabiliyor.
Biz bugüne getirirken oyunu kadın merkezli baktığımız için kadının da eksiğini, hatasını, yanlışını göstererek tek bir kadınla ilerledik. Her birimizin içinde hizmetçi olma hali, fahişe olma hali, asil bir hanımefendi olma hali, sanatçı olma var. Tüm bunları tek bir kadının içinden çıkardık. Tabii bu kadın bunların hepsini yaşamış olmak zorunda değil. Şahit olmuş olduğu şeyler olabilir, aktris olarak oynadığı karakterler olabilir. Sadece kendisi değil tüm kadınlar adına görüyor ve her şeyi yaşayıp hatırlayıp tüketiyor. Oyunun başında da kadın karakterin söylediği gibi “Daha neyi görüp dinlemek istiyorsunuz? Her şeyi mi? İyi alın öyleyse…” dediğinde sadece kendini anlatmıyor, tüm kadınlara dair bir sürü şey anlatıyor. Oyunun orijinalinde bir başlangıç ve bir son yoktu. Bizim oyunu bir çemberle ön oyun ve son oyunla tek bir kadının içine indirgiyor olmamız dramaturjik anlamda yaptığımız bir değişiklikti.
Seyircinin oyunun kostümlerine karşı verdiği tepkilerle ilgili ne söylemek istersiniz?
İnsanlar çok etkileniyorlar, kadınlar bu kostümleri giymek için heyecanlanıyorlar. Tüm o karakterlerin giydiği tarlatanlı, gösterişli kostümlerin yanı sıra bir de jartiyer giyiyorum oyunda. Oyun sonrasında aldığımız geri dönüşlerde olumlu ya da olumsuz geri dönüşle karşılaşmadım. Seyircinin oyunun ve karakterler içerisinde kaldığını gördüm. İzlerken erkek seyircilerin de bana farklı bir gözle bakmaları gibi bir durumla da karşılaşmadım. Üzerimde jartiyer yokmuş gibi beni rahatsız etmeyen bir seyirci kitlesiyle karşılaştım. Sosyal medya reklamlarında bu kostüm fotoğraf olarak görüldüğünde beklenmeyen birkaç şey duydum. Benim jartiyerle sahneye çıkmamın ayıp bir şeymiş gibi sözler edildiğini duydum. Eşlerini getirmekten bile kaygı duyduğunu söyleyen insanlar olduğunu duydum. Bu oldukça inciticiydi. Hangi kostümün neden, nasıl giyildiğini bilmeden bir fotoğraf üzerinden yapılan yorumlar başta inciticiydi ancak daha sonra herkesin kendi dünya görüşünün yansıması olduğunu düşünerek bununla ilgili kaygı duymadım. Oyundan sonra da kostümleri çok iyi taşıdığıma dair tüm seyircilerden çok olumlu yorumlar alıyorum. Sevgili tasarımcımız Emine Tarın’ın ellerine sağlık.
Oyunda baskıların altında delirmiş bir kadını görüyoruz. Günümüzde kadın üzerindeki en büyük baskılar neler sizce?
Oyuna baktığımız zaman 1900’lerden 2020’ye geldiğimiz bugünlerde kadın açısından ya da ikili ilişkiler açısından hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. Baskılar, ön yargılar, insanların birbirlerine yaklaşım biçimleri, amaçlar aynı şekilde devam ediyor. Bu insan olmanın getirdiği bir durum sanırım. Bugünün en büyük baskısına gelirsek ister eğitimli olun ister eğitimsiz ister bir mesleğiniz olsun ister olmasın tüm kadınların bir özgürlük problemi olduğunu düşünüyorum. En büyük baskının kadınların tamamen kendi olabilme haklarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunun için öldürülmek gerekmiyor, dayak yemek gerekmiyor, psikolojik baskı görmek gerekmiyor. Özgür olduğumuzu sandığımız zamanlarda bile hala gerçekten özgür değiliz hiçbirimiz. Buna sanatçılar ve aydınlar da dahil. Eşinin karakterine, giyimine, davranışlarına, sosyal hayatına hiçbir müdahale etmediği bir kadın düşünelim. Eşi hiçbir şeye müdahale etmese de toplumdaki baskıdan dolayı gittiği yerde istediği gibi giyinemiyor davranamıyor ya da politik baskılardan dolayı söylemek istediklerini söyleyemiyor. Baskı bizi başka bir yerden buluyor zaten. Çok güçlü bir kariyere sahip bir kadın çok önemli şeyler yapan bir kadın evde bambaşka baskılara maruz kalabiliyor.
Tiyatro bu tip baskılarla mücadele etme konusunda nerede duruyor?
"Kadın için mücadele" zaten söylerken bile çok acı. İkinci sınıf olduğumuz burada ortaya çıkıyor. Bir şeyin hak günü varsa o her zaman ötekidir. Bununla ilgili mücadelede sanatın çok önemli olduğunu düşünüyorum, özellikle de tiyatronun. Yalnızca kadının aydınlatılmasının yeterli olmadığını biliyoruz, insanın aydınlatılması lazım. Bu konuda yapılan araştırmalar çok önemli ancak hız çağında yaşarken insanların uzun uzun akademik konuşmalar dinlemeye, slaytlara bakmaya maalesef tahammülü yok. Bir acıyı, durumu, hali, ötekileştirilmeyi, baskıyı tiyatro aracılığıyla anlattığınızda sahneden seyircinin kalbine gidiyor. Kalp gözü açık insan bunun karşısında mutlaka düşünür, sorgular, etrafındaki aynalara bakar, kendi aynasına bakar. Değiştirmesi gereken yanlarına daha bir samimiyetle bakar ya da kendinden öte değiştirebileceklerine daha aşkla bakar. Dönüşüm ve farkındalık için sanat çok güçlü bir araç. Kalpten kalbe giden en hızlı, en canlı, en kalıcı yöntem sanat. Bu anlamda çalışma yapan tüm sivil toplum kuruluşlarına, akademisyenlere her zaman sanatı yanlarında bulundurmalarını tavsiye ettim.
Gelecekteki projeleriniz neler?
Atlı Karınca Hikayeleri’ni oynarken kadına bu sefer de başka bir yerden yaklaşmaya karar verdik. Biraz gülerek, kendimize ve erkeklere gülerek kadını anlatalım istedik. Eşki Aşk bu arada prömiyer yapıyor. Biz Öteki Beriki Tiyatro Topluluğu olarak toplumcu bir tiyatro grubuyuz. İlk sezonumuzdan itibaren her zaman sözü olan, sanat değeri olan oyunlar yapma peşinde olduk. İktidarı, gücü, baskıyı eleştiren, kadının yanında olan, ezen ezilen ilişkisini anlatan, savaş karşıtı oyunlar yaptık. Gelecekteki planlarımız da bu yönde gidecek.
2013 senesinde Yılmaz Tüzün’le kurduğumuz bu tiyatro profesyonel bir tiyatro. Biz sadece İzmir’de yaşamayı tercih etmiş tiyatro sanatçılarıyız. Profesyonelliğin ve sanatçının ne olduğunun karıştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Televizyonun bir aracı olmamaya gayret ediyoruz. Düzenin nasıl olduğunu biliyoruz. Yılmaz Tüzün on beş sene önce televizyondaydı ancak şimdi eleştirilerinden dolayı yer almamayı tercih ediyor. İkimiz de televizyon dizilerinde yer almamayı tercih ediyoruz, bunun sonuçlarını da biliyoruz. Seyirciler tiyatroya özellikle İzmir’de aslında ünlü izlemeye gidiyorlar. Ama hayır televizyonu reddediyoruz. Bu kentte tiyatro yapmaya devam edeceğiz. Ankara, İstanbul gibi kentlerde perde açmaya devam edeceğiz.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Kıymet verdiğiniz, gelip oyunumuzu izlediğiniz, bizi görünür kıldığınız için, kendi platformunuzda bize yer verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Tiyatronun ilerlemesi, yaygınlaşması için önce sanatçıların, tiyatrocuların el ele vermesi gerektiğine inanıyorum. Ardından basının bizi fark edip önemsemesi gerektiğini düşünüyorum. Haber değeri olarak görüp önemsenmeli tiyatro haberleri ve her türlü platformda böyle olmalı ki halk da sık sık karşılaştığı haberlere karşı daha duyarlı olacaktır.
Belediyeler sivil toplum örgütleri, sanayici hepsi bir araya geldiğinde sanatçı sanatını çok daha etkileyici, dürüst, gişe kaygısı olmadan pazarlama yapmadan yürütebilecektir. Bu ülkenin de böyle dönüşebileceğini düşünüyorum. Aydınlık yarınlar istiyorsak, memlekete ve dünyaya dair sanatın etrafında hep birlikte el ele tutuşmamız gerekiyor.
Son olarak Atlıkarınca Hikayeleri’ne Saliha Nükte Eskici Hayatın Algoritması adlı şirketiyle sponsor oldu. Oyunun çıkması için gereken tüm bütçeyi emeğiyle, şirketinde verdiği eğitimlerle karşıladı. Ona da çok teşekkür ederiz.
Atlıkarınca Hikayeleri'ni sezon boyunca izleyebilirsiniz.
Yasemin Şimşek Tüzün'ü Instagram üzerinden takip edebilirsiniz.
Not: Fotoğraflar görme engelli okuyucularımız için betimlenmiştir. Görsellerin altında bulunan yazılar bu amaca hizmet etmektedir.