11 Tem 2018
Kardelen Uysal

Zoka ile Müziğe Dair

Zoka, İzmirli bir müzik grubu. Birbirlerini de, müziği de, seyircisini de çok seven bir grup. Grup üyeleri aynı zamanda BandoSol’da da yer alıyor. Ayşegül Kuru, Taner Şah ve Burhan Kaya ile müzikten, sanatın mücadelelerdeki yerinden, grup dinamiklerinden ve daha pek çok konudan bahsettik. Gidip canlı olarak izlemenizi tavsiye ederiz. Keyif alacağınızdan eminiz. Onları Facebook ve Instagram sayfalarından da takip edebilirsiniz.

 

 

 

 

 

Dinleyici kitlesi ile sanatçıların istekleri kimi zaman uyuşmuyor. Sanatçı, kendi üretimindense kimi zaman dinleyici kitlesinin isteğine dair bir yol çizebiliyor. Peki sanatçı bu durumda kendi isteklerini de gerçekleştirmek için ne yapabilir?

 

Ayşegül: 21 senedir sahnedeyim ve işimiz gereği izleyicinin nabzını kesinlikle tutmak gerekiyor. Biraz olsun Türkçe parçalardan uzaklaştığımız zaman bile daha az alkış alıyoruz. Bar müziği yapan grupları izleyen dinleyicilerin çoğu, piyasada popüler olan parçaları duymak istiyorlar. Ben şöyle yapıyorum: İzleyiciyle aramdaki sıcaklığı kaybetmeden, ısrarla istediğim parçaları da arada söylüyorum, serpiştirmeye çalışıyorum. Onun dışında asıl anahtar kendi şarkılarını yapmaya yönelmek. Biz bu yolculuğa yeni çıkacağız Zoka olarak.

Bundan 8 sene önce Bornova’da küçük bir mekanda sahneye çıkıyordum. Barın kitlesi ağırlıklı olarak öğrencilerden oluşuyordu. Sürekli Türkçe pop şarkılar istiyorlardı. Haftanın üç günü orada sahne aldığım için oradaki insanlarla bir dostluk başladı aramda. Sahnede konuşa konuşa, 70’lerden çok sevdiğim rock parçaları onlara da sevdirmeyi başardım. Animals grubundan haberdar oldular mesela. Bu altı aylık bir uğraşın sonucuydu benim için.

Burhan: Seyirci her zaman haklıdır. (Gülüşmeler)

Taner: Bu konuyla ilgili bir stratejiye sahibiz. İnsanların istedikleri parçaları çalarak dikkatlerini çekmeye çalışıyoruz. Seyirciyi biraz yakaladıktan sonra yavaş yavaş kendi sevdiğimiz parçaları da ortaya koymaya başlıyoruz.

 

 

 

Müzik ve matematiğin tarihsel gelişiminin bir paralellik gösterdiği biliniyor. Sizler matematiği nasıl kullanıyorsunuz?

Taner: Bizim çaldığımız parçalar genellikle başka grupların parçaları. Şarkının zaten bir matematiği oluyor. Akorları, A bölümü, B bölümü, geçiş ve nakarat bölümleri vs… Kendimiz bazı uyarlamalar yapıyoruz. Bazı yerlere dur kalklar koyuyoruz, bazı yerleri değiştiriyoruz. Solo açısından baktığımız zaman da belli bir matematiği var. Gamlar, geçişler… Çok bilinen soloların birebir atılması gerekiyor ancak bazı parçalar o andaki hissiyata göre çıkabiliyor.

Burhan: Müzik eşittir matematik diyorum. Çarpma, toplama işlemlerini yaparken nasıl en ufak bir hata sonuca yansıyorsa, müzikte de yapılan bir hata her zaman sonuca yansır. Müziği mühendislik bilimine de benzetirim; sayılarla, ölçülerle, vuruşlarla oluşuyor müzik.

 

 

 

Taner bu soru sana. Mario Çıkman ile bir projeye başladın. O proje ne durumda?

Taner: Mario ile çok özel, pek yapılmayan bir projeye başladık. Elektronik, chill-out tarzda bir proje. Mario bilgisayarla altyapı yazıyor, o altyapının üzerine ben bir şeyler çalıyorum. Onu tekrar ediyor, üzerine geliştirmeler yapıyoruz. Sonra Mario İzmir’den ayrılmak durumunda kalınca ara vermek zorunda kaldık.

 

İzmir’de bu tip projeler kendine yeterince yer bulamıyor mu?

Taner: İzmir küçük bir piyasa. İnsanlara bir şeyleri sevdirmek zaten zor. Ancak esas nokta şu: Kendini gösterebileceğin platform bu şehirde az. Farklı farklı mekanlarda çalıyorsunuz ve yavaş yavaş kitleniz oluşmaya başlıyor. İzmir’de Zoka'yı da dinlememiş birçok insan var. Bir yerlere ulaşmak konusunda hemen hemen tüm gruplar zorluk çekiyor. Kendi besteni yapıp, kendi albümünü ortaya koyarak bilinmeye başlıyorsun. 

 

 

Taner sen daha önce solo ile ödül aldın. Sanatta ödüllendirme konusuna nasıl bakıyorsunuz? Sanatta ödül olmalı mı?

Ayşegül: Verilen bir emeğin sonucunda birileri tarafından ödüllendirilmek bir yandan teşvik edici bir şey ancak ülkemizde haksızlıklar da var. Bir tarafım ödülün olması gerektiğini düşünüyor ancak ödüllendirme sürecinde hakkaniyetle değerlendirme yapılması gerekiyor. Gerçekten jürinin alanında çok yeterli olması ve ödül verebilecek kapasitede olması gerekiyor. Hangi sanat dalında olursa olsun. 

Şu anda da birçok kanalda ses yarışmaları bulunuyor. Bir dönem bana sık sık neden o yarışmalara katılmadığım soruluyordu. İzlediğimde gördüğüm bir şey var: Çok ciddi haksızlıklar dönüyor. Hayatı boyunca hiç caz ya da rock parça söylememiş, bu tür müzik doğru dürüst dinlememiş bir pop şarkıcısının jüri olduğunda o tarzı seçen yarışmacılara yaptığı yorumlara akıl erdiremiyorum. Alanında yetkin olmayan kişilerin insanları değerlendirmesi gibi bir hadsizlik var ortada. Bu şekilde ödül verilecekse verilmemeli. Teşvikten daha beter bir hale geliyor; insanların canı yanıyor, kalbi kırılıyor.

Burhan: Farklı bir yerden cevap vereyim. Şu an ismini veremeyeceğim bir arkadaşım var. Büyük bir yarışmada ödül almış gitarist bir arkadaşım bu kişi. Hayatının en iyi işiydi diyebilirim. Şu an 29 yaşında, ödülü aldığında 22 yaşındaydı. Ödülü verenler arasında Şebnam Ferah, Pentagram’dan Tarkan Gözübüyük, Demir Demirkan gibi isimler vardı. Yarışmada bestesiyle ödül aldı. Ödül olarak stüdyoda albüm yapıldı. Hayatının ilk büyük ve son işiydi. Ondan sonra hiçbir şey yapamadı ve hala yapamıyor. Doyuma ulaştı diyebiliriz. Düşünsenize bir hafta boyunca Pentagram ile vakit geçiriyorsun sonra yine evinde kendi hayatındasın. Bence ödül verilmemeli.

Taner: Ben de artısından bahsedeyim. Bu solo yarışmasından önce müziği bırakmıştım, 3-3.5 sene boyunca elime gitarı almadım. Bir gitarist arkadaşım yarışmaya katılmamı önerdi. Biz bir arkadaş grubuyla katıldık. Videoları çektik, gönderdik, benim videom seçildi. Gidip görüştüm, ödülleri aldım. Öncesinde İzmir’de kimse benim gitar çaldığımı bilmiyordu. Buradaki müzisyenlerle tanışmaya başladım sonraki süreçte. Elimde gösterebileceğim bir şey oldu. Benim açımdan faydalı oldu.

 

Sanırım hepinizin umutsuzluğa düştüğü zamanlar vardır. Bu tip durumlardan nasıl kurtuldunuz? Yeteneğinizden nasıl emin oldunuz?

Burhan: Ben umutsuzluğa düştüğümde anneme sarılırım. Kendi yeteneğimin derecesini insanlardan aldığım tepkiler doğrultusunda bilirim. Umudumu kaybetmemeye çalışırım, son noktaya geldiğimde de anneme sarılır hayatıma devam ederim.

Ayşegül: 21 yılın içinde zaman zaman müziğe ara verdim, her sene sahnede değildim. Bundan 15 sene önce, Kuşadası’nda 1.5 yıllık sahne deneyiminden sonra ilk arayı verdim. Çok iyi bir ekiple çalışıyordum ve onlara göre daha amatördüm. Dolayısıyla o 1.5 yılda çok şey öğrendim, diğer yandan da motivasyonumu yitirdim çünkü çok eleştiri alıyordum. Sonradan düşündüğümde bunların çoğunun yapıcı eleştiriler olduğunu anladım ama cesaretim gerçekten çok kırılmıştı, üzülüyordum. 1.5 yıla yakın hiçbir şekilde şarkı söylemedim. Peki nasıl ayağa kalktım? Beni destekleyen pek çok müzisyen arkadaşım var. Onlar beni sürekli sahneye çıkmam, şarkı söylemem için motive ediyorladı.

Bir santurum vardı uzun süredir elime almadığım. Onunla çalışmaya başladım. Ritme merakım vardı, arkadaşlarımdan destek alarak conga ve tumba çalmaya başladım. Altı ay evde çalıştıktan sonra Fethiye’ye geçtim. Ondan sonra da bir daha o kadar uzun süre bırakmadım sahneyi. Arada tabii ki hala ümidimi yitirdiğim, kendime inancımın azaldığı zamanlar oluyor. O zaman küçük molalar veriyorum, daha önce yaptığım işlere dönüp bakıyorum, kayıtlarımı dinliyorum. Kendimi gözden geçirdiğim, öz eleştiride bulunduğum molalar veriyorum.

Taner: Ben bunu hem kişisel olarak hem de ekip olarak motivasyona bağlıyorum. Bu bir ekip işi, hiçbir zaman kişisel değil. Ekibin birbirini motive etmesi gerekiyor. Biz de umutsuzluklar yaşadık ekip olarak ancak 5-10 dakikada birbirimizi toparladık.

 

 

Siyasi mücadelelerde sanatın ve müziğin yeri nedir? Siyasi mücadeleler bunlardan nasıl etkilenir, beslenir? BandoSol’da olduğunuz için de bunu soruyorum. Biraz BandoSol’dan da bahsedebiliriz isterseniz.

Ayşegül: Müzik bence bu konuda en güçlü sanat dalı. Kendimizi doğrudan ifade etme şansımız var, söylediğimizi eğip bükmek zorunda değiliz. Dünya tarihine baktığımız zaman birçok mihenk taşı mevcut. 70’lerdeki güçlü siyasal akımla, o zamanki müzik gruplarının savaş karşıtı mücadelede nasıl en önde yer aldıklarını biliyoruz. Woodstock Festivali’nin önemini biliyoruz. BandoSol’a gelirsek; BandoSol ikili bir yapı. Yani hem sahnede hem sokakta yer alıyor. Bir sloganı var: Sokaktan sahneye! Sokakta müzik yapmak çok önemli, direkt iletişim var. Sokakta olmayı çok önemsiyoruz. Sahne performansında da BandoSol’un kendi parçalarını ve yorumlamak istediğimiz iyi örnekleri seslendiriyoruz.  En son Onur Yürüyüşü’nde BandoSol sokakta çaldı.

Taner: BandoSol’un benim için ayrı bir önemi var. Bundan altı sene önce ilk kez Gezi eylemlerinde görmüştüm BandoSol’u. O zaman gördüğümde bu yapının içinde olmak istemiştim. Ayşegül bana BandoSol’da çalmamı teklif ettiğinde inanılmaz gururlandım! İçine girer girmez de sosyal medya yöneticiliğini verdiler. İnanılmaz keyif alıyorum içerisinde yer almaktan.  

Burhan: Sanatçı muhalif olmalıdır. Günümüz iktidarını beğeniyorsa da sessiz kalmalıdır. Onları övmemelidir. Tarık Akan taksi şoförlüğü yaparken hayatını kaybetti. Ölmeden önce borç içinde olduğunu, iş bulamadığını biliyorum.

Ayşegül: Muhalif olmakla ve sistemi eleştirmekle bir şeyleri daha iyi bir hale getirebilirsiniz. Yönetenlerin eleştiriye de değişime de tahammülü yok zaten.

 

Zoka olarak seslendirdiğiniz parçalara nasıl yenilikler ve farklılıklar katıyorsunuz?

Burhan: Zoka'nın diğer gruplardan farkı şu: Biz orijinale dönük müzik yapıyoruz. CD’yi taktığınızda, YouTube’yi açtığınızda ne duyuyorsanız bizim sahnemizde de o var. Müzikal anlamda değişiklik olabilir ama vokaller anlamında söylüyorum. Zoka olarak hakkını vermeye çalışıyoruz ve bu uğurda çok yoruluyoruz.

Ayşegül: Bunun dışında çift solist olmak parçayı zenginleştirme imkanı veriyor. İyi yorumlamaya çalışıyoruz parçayı ve vokallerle renk vermeye çabalıyoruz. Şarkılarda yer alan soloların mümkün olduğu kadar daha doğaçlama çalınmasını seviyorum, deneysel soloların kullanılmasını tercih ediyorum. Bunun ayrı bir yorum ve renk kattığını düşünüyorum. Solist olarak bir nevi iletkenim ben. Dinlediğim şarkıyı alıyorum, kendi süzgecimden geçiriyorum, içimden çıkanı veriyorum dinleyiciye. Bunu yaparken ne kadar yorumlasanız da o parçanın kendi ruhuna taş atamıyorsunuz. Dinleyiciye vokal yorumlarında duymak istediğine yakın bir performans veriyoruz ama enstrümanlarda özgürüz. Değiştiremeyeceğimiz sololar elbette var Hotel California gibi, Deep Purple’nin parçaları gibi… Ses kontrolünü yaparken Burhan’la doğaçlama sözler de çıkabiliyor artık dilimizden. Bu anlamda Siya Siyabend’i de çok beğeniyorum.

Taner: Müzikal geliştirmede biz daha esnek davranıyoruz, biraz sahnede gelişiyor. Aralarda parçaları yorumlayıp birbirimizi sert bir biçimde de eleştiriyoruz. Elimizden geldiğince çıtayı yükseltmeye çalışıyoruz.

 


Türkiye’de grup olarak çalışmanın zor olduğunu biliyoruz. Grup dinamikleri nasıl işliyor, nasıl üstesinden geliyorsunuz?

Ayşegül: Taner’le yolculuğumuz yeni başladı, iki ay oldu. Burhan ile ise 2 senedir beraberiz. Ego olmaması imkansız, o bir yalan. Hiç mi tartışmıyoruz, tabii ki tartışıyoruz ancak üç-beş dakika içinde çözüyoruz çünkü birbirimizi dinlemeye ve anlamaya dönük davranıyoruz. Burhan’la aramızda ilk günden itibaren abla-kardeş ilişkisi kuruldu. İlk tanıştığımız gün uzun uzun sohbet ettik. Birçok grupta yer aldım daha önce ama hep söylüyorum: İyi ki Burhan’la tanıştım ve iyi ki onunla çalışıyorum. Birbirimizi çok seviyoruz. Adil olmak çok önemli. Bu algıyı yerleştirdiğinizde problemler kolay bir biçimde çözülüyor. Mümkün olduğu kadar yatay ilişki kuruyoruz, aramızda patronluk kavramı yoktur. Grup içinde arkadaşlık, dostluk yoksa iyi müzik yapılamıyor. En azından benim için bu böyle.

Burhan: İki kelime: Mütevazılık ve sevgi.

Taner: Yaş ortalaması yüksek bir grubun içindeyiz, hepimiz otuz yaş üstündeyiz. Bu da tabii belli tecrübeleri içinde barındırıyor. Ayşegül’ün dediği gibi yatay ilişkiler çok önemli. Onun dışında esneklik çok önemli. Hayat felsefem esneklik zaten, mümkün olduğunca esnek ve uyumlu olmaya çabalıyorum. Bu noktada beni zorlayan şeyler yok mu? Tabii ki var. Ayşegül de Burhan da çok güçlü vokaller, Zoka de çok güçlü. Böyle bir grupta çalmak hakikaten zor. Ben de hakkını vermeye çalışıyorum. Herkes birbirine emek veriyor. Bu bir gemi ve aynı geminin içerisindeyiz, hepimiz o gemiyi bir yere taşımaya çalışıyoruz.